Tesadüflere inanır mısınız?
Ben inanmam. Ben her şeyin bir nedeni olduğunu düşünürüm. Küçük ya da büyük, farkedilir ya da farkedilmez ama bir nedeni vardır. Bazen hiç beklemediğiniz küçücük bir rastlantı hayatınızı değiştirmeye yeter.! Ya da belki de bir başkasının hayatını değiştirmeye yeter kim bilir.! Buna mucizelere inanmak mı dersiniz yoksa kadercilik mi bilmem ama “olacak olan oluyor” bunu biliyorum. Ve her Continue Reading
İçindeki havadurumunu farkedenlere
Oluyor bazen öyle.
Bir karamsarlık çöküyor içine. Umutsuzluk sarıyor benliğini.
Vücudun ağırlaşıyor. Omuzların çöküyor. Sanki birisi almış eline kalbini de sıkıp sıkıp bırakıyor.
Yanakların, dudakların hatta gözlerin yerçekimine karşı koyamıyor sanki aşağıya doğru sarkmış.
Bi ağlasam diyosun. Ağlasam da atsam şu hissi. Ama ağlama hissin bile yok. Gözyaşların bile akmak istemiyor.
Kapkaranlık her yerin.
Bi can sıkıntısı gelmiş oturmuş böyle tam da ciğerlerinin üzerine.
Daha önce hiç duymadığım bir ses
Tam kapı eşiğinde.
Ölümle yaşamın tam arasında.
Hüzün ve mutluluğun;
Umut ve umutsuzluğun,
Gülümsemeyle gözyaşının.
Daha önce hiç duymadığım bir ses.
Dilek Ağacı
Hepimiz dilek tutmaya bayılıyoruz. Dileğimizin gerçekleşeceğine dair inancımızı artırmak için türlü türlü şeyler bile üretmişiz. Ağaç dallarına kumaşlar bağlıyoruz mesela. Mum dikiyoruz. Aynı isimden iki kişiye denk gelince aralarına giriyoruz. Ya da balonlar uçuruyoruz, yıldız kaymasını bekliyoruz. Bir de dilek havuzları var tabiii.
Peki biz tüm bunlara neden ihtiyaç duymuşuz ki? Cevap: Korku.!
Hayat Denizi
Annem hep der ki: “Her birimiz birer deniziz,akarsuyuz. Her birimizin hayatı akıp giden bir su kütlesi. Dalgalarını da, gel gitlerini de, taşlarını da, akıp giderken üzerine düşen yapraklarını da her şeyi kabul ederek yaşamalısın. Yoksa boğulur gibi perişan bir halde varırsın gideceğin yere. Sürüklenmiş olursun, yorgun olursun. Oysa öyle yapmak yerine geçtiğin her yolun tadını çıkar. Endişelenme. Yolunu zaten bulursun. ”
Hayatımızın dalgalarını ve gelgitlerini biz yaratmayız ama onlara göre kulaç atıp dans edebilmeyi becerebiliriz.
Herkesin ki gibi bizim hayatımızın da inişleri ve çıkışları var. Bunları reddetmek sadece güçlü bir dalgayla sürüklenmemize neden olur.
Asıl ustalık dalgayı, doğru anı hissetmek ve geç olmadan ona göre davranmak..
Brutus:
İnsan çabaları deniz gibi yükselir bir ara,
Sular alır götürür o zaman bizi bir mutluluğa;
Bir kaçırdık mı o fırsatı, ömür yolculuğu
Sığlıklar, terslikler içinde bocalar
Biz kabarmış bir deniz üstündeyiz şimdi;
Vaktinde yararlanmalıyız sulardan,
Yoksa kaçırırız fırsatı.
Shakespeare, Julius Ceaser
Her şey bir araya gelir ve sonra tekrar dağılır. İşte bu kadar basit.!
Herkesin başucu kitaplarının olması gerektiğine inanırım. Her kitap güzeldir de bazıları başucunda olmalıdır. Özeldir. Sığınırsın onlara. Rastgele bir sayfasını açar, okur, düşünür rahatlarsın. Hayır, hayır o meşhur secret değil kastettiğim! Herkes için ayrıdır o özel kitaplar. Okurken hissettirir kendini…
İşte benim başucumdaki özel kitaplarımdan birisi Judith Malika Liberman’dan “Masal Terapi”. Öyle güzel bir kitap ki her masalında, her okuyuşumda farklı şeyler keşfediyorum. Mesela az önce uzun zamandır yapmadığımı farkettim ve bir sayfa açtım rastgele. Masalın ismi “Şeytanın Doğuşu”.
İsmi gibiymiş.. Bağmış.. Bağ Sokağıymış..
Burası benim için özel bir yer. İsmi Bağ Sokağı.
İstanbul’da yaşamaya başladığım ilk zamanlar, Bebek sahiline tek başıma metroyla gitmeye çalışırken keşfettim burayı!
Yolda sahile ulaşma heyecanıyla yürürken bu sokağı gördüğüm an merdivenlerin başında durdum. Büyülenmiş gibi durdum sadece ve hiç düşünmeden hemen telefonu çıkarıp şak, fotoğrafını çektim.
Gördüğünüz fotoğraf yeşil güzel bir manzara değil sadece. Çektiğim fotoğraf sadece hoş bir yerin fotoğrafı değil. O anki mutluluğumun resmini çektim ben. Bakıp bakıp o günkü hislerimi tekrar tekrar hatırlayayım diye… Zaten fotoğrafların amacı bu değil midir? Her bakışınızda o ana gidebilmek…