Hayatın İçinden Notlarım

Dilek Ağacı

image

Hepimiz dilek tutmaya bayılıyoruz. Dileğimizin gerçekleşeceğine dair inancımızı artırmak için türlü türlü şeyler bile üretmişiz. Ağaç dallarına kumaşlar bağlıyoruz mesela.  Mum dikiyoruz. Aynı isimden iki kişiye denk gelince aralarına giriyoruz. Ya da balonlar uçuruyoruz, yıldız kaymasını bekliyoruz. Bir de dilek havuzları var tabiii.

Peki biz tüm bunlara neden ihtiyaç duymuşuz ki? Cevap: Korku.!

Bir dilek dilediğimiz zaman, özellikle de gerçekleşmesine çok yakınken bir korku yerleşiyor içimize. Küçük,siyah bir baloncuğa benzeyen bir korku. Dileğimizi düşündükçe, umutla hayal kurdukça içimizde büyüyüp, çoğalıyor sanki. O küçücük masum gibi görünen siyah baloncuk varya koskocaman bir canavar oluveriyor adeta.

İçimizdeki karanlık bizi uyarıyor. ” Mutlu anlar bedava değildir, hayallerin geçekleşmesi için ödemen gereken bir bedel vardır.”

Biz tabi bunların hiç birinin farkında değiliz. Bir anda bir bakıyoruz ya dileğimizden vazgeçmişiz korkumuz yüzünden ya da korktuğumuz başımıza gelmiş. Sonra vah vahlar, ben biliyordumlar, kendimize küsmeler, şanssızım diye gezinmeler filan..

Çok küçükken bir söz duymuştum: “Ne düşünürsen başına o gelir.”  Anlamamıştım tabiki,ne saçma şey ya demiştim hatta. Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Yanılmışım. Doğruymuş. Aslında şanssız filan değilmişiz. Dileğimiz gerçekleşmemişte değilmiş. Aslında olay başkaymış. Kötüye, olumsuzuna o kadar odaklanıyormuşuz ki farkında olmadan onu dilemiş oluyormuşuz.

Yaşlı bir yolcu varmış. Bir köyden diğerine, bir işten ötekine derken hayatı yollarda geçiyormuş. Yine o günlerden bir tanesinde ormanda, doğru olduğunu tahmin ettiği yönde yürüyüp duruyormuş. Ne bir ev ne de bir köy, insanlara dair tek bir işaret yokmuş günlerdir yolda. Geceyi ormanda geçirmesi gerekiyormuş. Büyük bir ağacın insanı kucaklayan köklerine yerleşmeye karar vermiş. Yiyecek bir şeyler bulmak için çantasını yoklamış ama bir parça ekmek ve bir elma dışında bir şey bulamamış. Birdenbire kendini yaşlı, yalnız ve terk edilmiş hissetmiş. Kendi kendine mırıldanmaya başlamış. “Üstünde gerçek bir yemek olan bir masa olsun isterdim. Şöyle içimi ısıtacak, dumanı tüten güzel bir çorba, sıcak bir ateş…” Sonra birden gözlerinin önünde bir masa, sıcak bir çorba ve yan tarafında etrafı taşlarla çevrili yanan bir ateş belirmiş. Bunun nasıl gerçekleştiğini sorgulamayacak kadar aç olduğu için hemen ellerini ateşte ısıtıp masaya oturmuş, karnını doyurmaya başlamış. Çorba o kadar lezzetliymiş ki çocukluğunu hatırlatmış, canı annesinin yaptığı muhallebiden çekmiş hala kendi kendine konuşmaya devam ediyormuş. En çok sevdiği yiyecekleri saymaya başlamış. Annesinin onu yemekten sonra yatağına yatırışından, kuş tüyü yastığından, bembeyaz çarşaflarından bahsediyormuş. Şaşkınlıktan dehşete düşmüş gözlerinin önünde, sıraladığı her şey belirivermiş. Her şeyden tıka basa yedikten sonra yatağa gitmiş, beyaz çarşafların arasına girmiş. Adam aslında tesadüfen bir dilek ağacının altında oturduğunu bilmiyormuş. Ormanlarda, şehirlerde, kasabalarda diğerlerinin arasına gizlenmiş böyle çok sayıda ağaç olduğunu biliyormuşta kimse bunların yerini bilmezmiş. Dilek ağaçlarının insanların kalbinden geçenleri anlama gücü varmış. Yaşlı adam tam yıllardır uyuduğu en tatlı uykuya dalacakken birdenbire.. İçini bir korku kaplamış.!

” Bir dakika, ben hayatım boyunca şanssız oldum. Bu nasıl benim başıma gelebilir? Bir hile olmalı. Periler veya başka kötü ruhlar bana oyun oynuyor olmalı. Ve uykuya daldığımda beni afiyetle yemesi için bir kaplan gönderecekler, ah evet, bunu yapacaklarını biliyorum.! ” demiş ve birdenbire ortaya bir kaplan çıkıp adamı afiyetle yemiş. 

Ne düşünürsek oluyormuş gerçekten. Dünya bir orman. Ve biz dünya ormanında yürürken ne dilediğimize dikkat etmeliyiz; ne zaman bir dilek ağacının altında oturduğumuzu bilemeyiz.!

Selin Tutku♥

(Masal ve fotoğraf alıntıdır.)

 

Bir yanıt yazın