Okuduğum kitapta Arthur Schopenhauer’in insan ilişkilerinin ikilemi hakkında anlattığı bir hikaye vardı.
Schopenhauer’in, insanlar arasındaki ilişkiyi, aşkı soğuk kış akşamında kalan oklu kirpilere benzeterek anlattığından bahsediyordu. Bu oklu kirpiler soğuktan korunmak için birbirlerine sokulurmuş. Isındıkları zaman ise artık birbirlerinin oklarından rahatsız olmaya başlarlarmış. Okları birbirlerine batar ve onlara acı ve kaşıntı verirmiş. Kirpiler de doğal bir tepki olarak birbirlerinden uzaklaşırlarmış. Ama uzaklaştıktan sonra tekrar üşürlermiş ve tekrar yakınlaşırlarmış. Bu süreç soğuğun sayesinde böyle bir yakın bir uzak devam edermiş ta ki kirpiler birbirlerine uygun mesafeyi buluncaya kadar..
Aslında hepimiz her ilişki içerisinde aynı oklu kirpiler gibi mesafe ayarı yapıyoruz. Yakınlaşıyor, birbirimiz bölgesine giriyor, rahatsız oluyor uzaklaşıyoruz,sonra tekrar… Bu döngüyü böyle devam ettirip denge oluşturmaya çabalıyoruz.
‘Doğru mesafeyi bulma oyunu’ içerisindeyiz. Hayat, ilişki dansı dediğimiz şey de tam olarak bu aslında.. Bizi geliştiren, büyüten, esneten hatta bize ilişkiler içerisinde keyif veren şey de bu mesafe oyunumuz. Aramızdaki samimiyeti arttıran, birbirimizi kabul etmemizi sağlayan şey bu ve bu o kadar değerli ki..
Önemli olan sürecin bu olduğunu kabul etmek ve ihtiyacımızın ne olduğunu bilmek. Yakınlaşır ısınmanın tadını çıkarırsınız, sonra oklar batar canınız yanarsa uzaklaşırsınız.. Üşüyünce tekrar denersiniz.. Korkmadan, çekinmeden. Hem kendinizle hem de başkalarıyla ilişkilerinizde dengenizi böyle bulabilirsiniz..
Referanslar:
Elizabeth Gilbert, Ye Dua et Evlen, 2010, Pegasus Yayınları