Yazılarım

“Inside Out 2” (Ters Yüz 2)

(Selin Tutku Tabur – Hakan Türkçapar tarafından Gazete Bilim için yazılmıştır.)

            İkinci film de bu kez insan psikolojisinin yeni katmanları, karmaşık duygular, ergenlik dönemi ve yaşantılarla oluşan inançlarımızı (şemalarımız) ele alarak iç dünyamızı anlaşılır, eğlenceli ama bir o kadar da etkileyici bir şekilde bize anlatıyor. (Görsel: screenrant.com)

Verdiği mesajlarla ve bunu aktarış şekliyle hemen herkes için psikolojiyle ilgili çok öğretici bir film “Ters Yüz”. 

Dikkat! Yazı “spoiler” içerir.

2015 yılında ilk “Inside Out” (Ters Yüz) filmini izlediğimde olumlu anlamda çok şaşırmıştım. Pete Docter ve Ronnie del Carmen (2015) tarafından yazılan ve yönetilen animasyon filmi (Inside Out), bir çocuğun zihninin (veya “beyninin”) içinde yer alan temel duyguların kişileştirilmesi aracılığıyla, önemli bir yaşam olayının ardından gözlemlenen duygusal değişimleri, insan beyninin işleyişini ve bir çocuğun büyümesi sırasında karşılaşılan dönüşümleri ele almaktaydı. Filmdeki duyguları canlandıran animasyon karakterlerinin görselliği gerçekten de, neredeyse, o duygu ancak böyle bir karakter olabilir dedirtecek kadar uyumluydu. Bu film, sinema sanatı açısından bir zirve olmasa da insan psikolojisinin işleyişinin hem modern psikolojinin verilerine uygun hem de herkesin anlayacağı şekilde öykü ve canlandırmayla çok başarıyla verilmesiyle hayran kaldığım bir animasyon filmi olarak belleğimde yer etti.

İkinci filmin ilk haberini aldığımda ben de doğal olarak biraz endişeyle ikinciyi merakla beklemeye başladım. Genelde tutulan bir filmin devamı çekildiğinde oldukça büyük bir risk alınır. İstisnaları olsa da genellikle ikinci filmler birincinin gölgesinde kalır. Geçen hafta sinemada ikinci filmi izlediğimde “kaygılarımın” boşuna olduğunu anladım. Yine keyifle seyrettiğim insan psikolojisi konulu bir animasyon olarak bu filmin de ben de ayrı bir yeri olacak. İkinci film de bu kez insan psikolojisinin yeni katmanları, karmaşık duygular, ergenlik dönemi ve yaşantılarla oluşan inançlarımızı (şemalarımız) ele alarak iç dünyamızı anlaşılır, eğlenceli ama bir o kadar da etkileyici bir şekilde bize anlatıyor.

Filmin psikolojik altyapısının sağlamlığı, yapımcıları ve senaristleri insanın psikolojik yapısı ve duygularla ilgili bu filmi oluştururken büyük ölçüde psikoloji biliminin verilerine dayandıklarını düşündürüyor. Film sonuçta tabii ki bir belgesel değil ama büyük ölçüde güncel psikoloji bilimi verilerini herkesin anlayacağı şekilde bir öyküyle somutlaştırıp aktarmayı başarıyor. Bu söylediklerimize bakarak duygularla ilgili bütün bilgilerin bu filmde aktarılmasını beklememek gerek; sonuçta bu bir film, bir bilimsel makale ya da sunum değil. Buna rağmen film, olabildiğince yalın ve anlaşılır bir şekilde bugünkü psikoloji bilimi verilerine göre algı, düşünce, duygu ve inanç sistemimizi ve benlik inançlarımızın oluşumunu aktarıyor. Bu anlamda filmde verilen bilgiler ve mesajlar günümüz psikoterapi ekollerinden, bilişsel davranışçı kuram ve terapi ile tam bir uyum içinde. Bunun da olasılıkla en büyük nedeni zaten bilişsel davranışçı kuram ve terapinin de bilimsel psikoloji bilgisine dayalı olarak geliştirilmiş olması.

Film, olabildiğince yalın ve anlaşılır bir şekilde bugünkü psikoloji bilimi verilerine göre algı, düşünce, duygu ve inanç sistemimizi ve benlik inançlarımızın oluşumunu aktarıyor.

Yazının geri kalanında sırayla filmin insan psikolojisine ilişkin aktardığı temalara ve temel mesajlara özet olarak değinmek istiyoruz.

Duygular nedir? Ne işe yarar?

Nasıl ki insanın fiziksel organlarının bir görevi varsa; örneğin göz görme, kulak duyma vb. aslında aynı şekilde psikolojik organlarımızın ve bunların da kendilerine özgü işlevleri vardır. Algı, düşünce, duygu bunların hepsi bir anlamda bizim psikolojik organlarımızdır. Ama bunlar çok soyut olduğu ve gözle görülüp elle tutulmadığı için işlevleri ve ne oldukları hepimiz için biraz örtüktür. Her duygunun da kendine özgü bir işlevi vardır aynen fiziksel organlar gibi… Üzüntü önem verdiğimiz şeylerin değerini, kaygı ve korku kendimizi koruma ve var olma isteğimizi, öfke kişisel alanımız ve haklarımızı koruma talebimizi yansıtır. Bu alanlarda bir sorun olduğunda ya da değişmesi gereken bir şey olduğunda ortaya çıkan bir tür sinyaldir duygular ancak gözle görülüp elle tutulmadığı için bu sinyaller çoğu zaman doğru yorumlanmaz, anlaşılmaz ve sinyalin işaret ettiği şey değil de kendisiyle uğraşılır, kendisinden korkulur ve sinyal baskılanmaya çalışır; bu da gerekli tepki verilmediği için sorunlarımızın sürmesine ve duygularımızın görevini yapamamasına yol açar. Duygularımızla olan ilişkimiz bozulur, duygular bastırılmaya veya kaçınılmaya çalışılan yaşantılar haline gelir. Oysaki olumlu-olumsuz bütün duyguların bizzat kendisi normaldir, yararlıdır ve uyumsaldır. İşte “Ters Yüz”, bu anlamda duyguları somutlaştırıp onları kişileştirerek bizlerle duyguları tanıştırıyor, barıştırıyor ve hatta sevdiriyor. Bu ikinci filmde, filmin kahramanı Riley’nin ergenlik dönemine girmesi ile birlikte yeni ve daha karmaşık duygular da sahneye çıkıyor; utanç, kaygı, bıkkınlık gibi… Bir alarmla birlikte önce yıkım işlemiyle başlayan ergenlik sürecinin, aslında bir yandan da yeni yapım sürecinin de başlangıcı olduğu vurgulanıyor. Yeni duyguların gelmesiyle geçilen ergenlik süreci, bize kişiliğimizi oluşturan inançlarımızın nasıl şekillendiğini gösteriyor.

Ergenlik dönemi nasıldır?

Ergenlik, akran onayının belirginleştiği ve daha da önem kazandığı, beyindeki sinir bağlantılarının budandığı veya bağlantılarının daha da güçlendiği bir dönemdir. Riley’nin artık ergenlik dönemine girdiğini yalnızca çenesinde çıkan sivilceden değil, aslında aile adasının önünü kapatan ve ondan daha büyük olan arkadaşlık adasıyla da görüyoruz. Ardından yeni duyguların gelmesiyle iç dünyamızda farklı duyguların (neşe, öfke, korku, iğrenme, üzüntü) nasıl bir araya geldiğini, düşünce ve davranışlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını izliyoruz. Film boyunca karakterlerin duygusal olarak neler yaşadıkları, nasıl kararlar aldıkları, ilişki kurdukları ve çevrelerine nasıl tepki verdiklerini görüyoruz. Tüm bunlar sırasında neşe karakterinin, Riley’e duygusal yaşantıları anda kalarak nasıl yönetmesi gerektiği konusunda rehberlik etmesi ile de duygusal zekânın önemi vurgulanıyor.

Çocukluk yaşantılarımız kişiliğimiz ve inançlarımız üzerinde etkilidir

Çocukluktan itibaren yaşadıklarımız; bizim kendimiz, diğerleri ve dünyayla ilgili temel inançlarımızın (şemalarımızın) oluşumunda belirleyici rol oynar. Riley’nin taşınması, arkadaşlarının başka liseye gidecek olması, yeni bir çevreye uyum sağlama çabası ve bir gruba ait olmak isteğiyle yaptıkları onun kişiliğini ve kendiyle ilgili inançlarını oluşturmasında etken oluyor.

Tüm duygular gereklidir

Tüm duygular; olumlu veya olumsuz, hepsi yaşamımız için temel ve gereklidir. Filmde de gösterildiği üzere, Öfke’nin bizi korurken işlevsel olabilmesi, Korku’nun görevinin somut dış tehlikelere karşı tetikte tutmak olması, Kaygı’nın olası tehlikelere karşı uyarıcı olması ve amacının aslında insanın kendini geliştirmesine yardımcı olması, Üzüntü’nün değer verdiği şeyleri göstermesi, Utanç’ın sosyal ortamdaki uyum için gerekliliği…

Kumanda masasında Utanç’ın yetişemediği yerde üzüntünün onu tamamlamasıyla Utanç ve Üzüntü’nün birlikteliği ve film boyunca iş birliği içinde olmaları; Gıpta ve Kaygı’nın birbirileriyle sohbete daldıklarında onları Bıkkınlık’ın durdurması böylece yaptıkları şeye devam edebilmeleri; Kıskançlık’ın kötü bir karakter gibi değil, olumlu ve geliştiren yanıyla oldukça sevimli ve ışıldayan kocaman gözleri olan bir karakter olarak çizilmesi bizlere her duygunun ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Ayrıca hiçbir şekilde duygular iyi veya kötü diye ayrılmıyor, her birinin bir işlevi olduğuna ve dozunda olmasının önemine vurgu yapılıyor.

Düşüncelerimiz duygularımızı etkiler

Aslında film boyunca Riley’nin iç dünyasında yer alan duyguların karakterleri aracılığıyla, düşüncelerin nasıl duygularımızı ve davranışlarımızı etkilediğini görüyoruz. Neşe, genellikle olumlu düşünceler getirirken; Üzüntü, olumsuz düşünceler; Kaygı, geleceğe dair kaygılı senaryolar; Gıpta, Utanç ise yine kendilerine uygun düşünceler getiriyor.

Duyguların doğru anlaşılması ve kullanılması psikolojik sağlık için çok önemlidir

Duygular iyi veya kötü; mantıklı veya mantıksız değildir, yalnızca hissedilir. Birinin davranışını ve / veya düşüncesini onaylamayabiliriz ama Duygu’sunu anlamak ve hissetmesine izin vermek ilişkilerimizi de iyileştirir. Film boyuncaRiley ne zaman annesi veya sevdiği biri tarafından anlaşılsa duygular “anne anladı” diyorlar ve olumsuz anı etkisini kaybediyor. Bu aslında duygunun anlaşılmasının etkisini bize göstermektedir.

Üzüntü en değerli ve önemli duygulardandır

Çoğunlukla en korkulan ve hissedilmek istenmeyen duygulardan birisidir Üzüntü. Oysa en temel ve hissedilmesi belki de en gerekli duygudur çünkü bize değer verdiğimiz şeyleri işaret eder. İlk filmden itibaren hem Neşe’nin renkleri hem de ilk filmde Üzüntü’yle beraber çıktıkları yolculukta ikisinin ne kadar birbirini tamamlayıcı olduğuna vurgu yapılıyordu. Neşe, Riley’i olabildiğince iyimser tutmak için Üzüntü’yü sürekli bastırmaya çalışıyorken gelişen bir zihin için üzüntünün ne kadar gerekli olduğu vurgulanıyor. Filmde ilk olarak Neşe’nin Üzüntü’ye “inanç merkezine gitmeyen bir tek sen kaldın, artık vakti geldi demesi” ve ardından Neşe’nin “ben nereye sen oraya demesi” üzüntü olmadan neşenin olamadığını bize çok zarifçe gösteriyor. Bizim için çarpıcı sahnelerden birisi de; Riley ailesi gittiğinde üzüldüğünde kumanda merkezindeki tüm duygular telaşa kapılırken Neşe, “sorun yok bunu yaşamalıyız” diyor. İşte tüm bunlar, üzüntüye izin vermenin ve yaşamanın önemini vurguluyor. Yine film boyunca görüyoruz ki Riley “Ben iyi bir insanım” benlik algısını; değer ve ideallerini üzüntü hissettiğinde hatırlıyor.

Kaygı yönetimi ele alırsa psikolojik sorunlar başlar

Kaygı bizi gelecekte olabilecek, henüz daha ortada olmayan soyut tehlikelere karşı korumak için devreye girmek üzere büyük bir ön hazırlıkla sessizce geliyor ve önce diğer duygularla, bir ekiple çalışmaya hazır görünüyor ama sonra takıntılı, kontrolcü ve başkalarından talimat almamaya dönük nasıl çalıştığını ve kontrolden çıktığını izliyoruz. Hatta diğer duyguları bastırıyor ve onları derinlere gönderiyor. Riley’nin kendini geliştirmesi ve sosyal ortamlarda uyum sağlaması için ektiği inançlar birikerek onun ben yetersizim inancı haline dönüşüyor. Gece uyutmuyor ve hatta kontrolden çıktığı, hızla dönen turuncu bir girdap görüntüsü olarak panik atak geçirdiği sahnede bir çöküşle karşımıza çıkıyor.

Çevremizde olan bitenler, inançlarımız, düşüncelerimiz, duygumuz ve davranışlarımız etkileşim halindedir

Bilişsel davranışçı kuram ve terapinin temeli olan inanç, düşünce, duygu, davranış etkileşimin örneklerini yine film boyunca görüyoruz. Film boyunca tekrar eden temalardan birisi de Riley’nin olaylara verdiği tepkilerin arkasında olayın kendisinden çok olaylarla ilgili düşüncelerinin olduğunu ve bu düşüncelerin-yorumlarının da inançlarının etkisiyle nasıl şekillendiğini görüyoruz. İnançlarımız ise yaşantılar ve o yaşantıların duygularının etkisiyle oluşup kökleşmekte… Düşüncelerimiz duyguları, duygularımız düşüncelerimizi ve ardından davranışlarımızı etkilediğinin örneklerini film boyunca çok yalın bir şekilde görmekteyiz.

Felaketleştirici (Katastrofik) düşünme kalıpları en büyük kaygı kaynağıdır

Yoğun duygular yaşadığımızda o an bunların birer duygu olduğunu ve geçeceğini hatırlamakta zorlanabiliriz. Film boyunca görüyoruz ki, duygular Riley’nin hayatında kötü bir şey olduğunda her şeyin kötü olacağına inanma eğilimindedirler.

Düşüncelerin kontrol edilebilir mi? Kısmen

Düşünce, zihnimizdeki sözcük, ses veya görüntülerdir. Aklımıza gelmesini kontrol edemeyiz fakat gelen düşüncelerle ne yapacağımızı onlara nasıl tepki verebileceğimizi kontrol edebiliriz. İşte tam da buna örnek olarak filmde “bunu şu an düşünmeye devam etmeyeceğiz yolu” bulunuyor. Akla gelen ve onu rahatsız eden ya da o an için düşünmenin faydasının olmadığı düşünceleri o mekanizmaya koyup zihnin gerisine gönderiyorlar.

Bilişsel yeniden yapılandırma ve duygusal iyileşme

Filmdeki karakterlerin, olayları farklı şekillerde düşünmeye ve değerlendirmeye başladıklarında duygusal durumlarının nasıl iyileştiğini görüyoruz. Ayrıca bir inanç baskın olduğunda örneğin; “ben yetersizim” belleğinde buna uygun çalışarak o inançla uyumlu anıların daha çok ön plana çıktığını, hatırlandığını ve o inancın desteklendiğini görüyoruz.

Kısa süreli ve uzun süreli bellek

Yaşadığımız gördüğümüz her olay, durum, nesne bizim algı alanımıza girmez. Algıladıklarımız ise önce kısa süreli bellekte kalır ve ardından tekrarla, bizim için önemiyle uzun süreli belleğe gönderilir.

İlişkiler insan psikolojisinin en temel alanıdır

Aile, arkadaşlar, içinde yaşadığımız toplum duygusal ve psikolojik sağlığımız için gerekli ve önemlidir. Ergenlik döneminde ebeveynler yerine arkadaşlarla olan ilişkiler önem kazanır. Bu, gelişimin doğal bir parçasıdır. Film boyunca hem ailesinin hem de arkadaşlarının desteğine vurgu yapılıyor. Riley’nin arkadaş ve aile ilişkilerinin sağlıklı bir benlik oluşumunda ne kadar etken olduğunu görmekteyiz.

Değer ve idealler önemlidir

Ailesinin, arkadaşlarının, sevdiklerinin onun hayatındaki yerini; yani aslında “Ben iyi bir insanım” idealini kaybettiğinde kendi neşesi de kayboluyor. Filmde Riley’nin hep iyi bir insan olmaya dair idealini hatırladığı anlarda duraksadığını, davranışlarını şekillendirdiğini görmekteyiz. Bir etkinliği sosyal bir kabul, iyi algılanmak gibi hedefler için değil; kendi ideallerimize göre yaparsak neşenin de beraberinde geldiğini görürüz.

Sağlıklı bir benlik algısı ruhsal sağlık için gereklidir

Sağlıklı bir benlik kişinin kendi ile; dünya ve diğer insanlarla ilgili yalnızca iyi ve olumlu yanlarından değil; olumsuz yanlarından da oluşur. Bazen bencil, korkak, düşüncesiz, tembelizdir. Anılar inançları, inançlar ise bir araya gelerek Riley’i oluşturur. Çocuklarımızın ve elbette ki kendimizin tüm duyguları ve bazen de zor yaşantıları yaşamasına izin vermek, bir benlik duygusu yaratmak için önemlidir.

Ve en nihayetine hepsi bir araya gelip olumlu ve olumsuzlardan; olumluların daha baskın olduğu bir benlik algısında ise komutanın başına yine Neşe’nin (yani aslında anda olduğumuzda yaşadığımız duygunun) geçmesini istediğini görüyoruz.

Kaygı kontrol edilebilir

Kaygı’nın başlamasını değil ama onun sürüp sürmemesinin kontrol edilebilirliğini de vurgulamaları şahane. Kaygıyı koltuğa oturtup bir fincan çay vererek sakinleştirmeleri de eğlenceli bir şekilde zihnimizde yer ediyor.

Evet, özetle verdiği mesajlarla ve bunu aktarış şekliyle hemen herkes için psikolojiyle ilgili çok öğretici bir film “Ters Yüz”. Bu filmin yaşamın diğer evrelerine ilişkin devamının da çekilmesiyle Riley’nin daha büyüdüğü dönemlere ilişkin, çatışmaları, olayları, düşünceleri ve tabi ki en önemlisi de yeni duyguları da izlemeyi heyecanla bekliyoruz.

 

https://gazetebilim.com.tr/inside-out-ters-yuz/

Bir yanıt yazın